14 Haziran 2011 Salı

İrkildi... Kalbinin üzerinde bir peri oturmuştu.Kanatlarını katlamış, dizlerine sarılmış oturuyor ve onu izliyordu. "Kimsin sen?" diye sordu. "Perinim" dedi küçük peri. "İyi de nereden çıktın?". "Beni sana gönderdi. Bundan sonra senin ruhunu ben besleyecekmişim; birinin dizine başını koyup uyuman gerektiğinde orada olacakmışım; birinin gözlerinin içine dalıp gitmen gerektiğinde karşında ben olacakmışım.". "İyi de...". "Şşşşttt...Sadece sus!". "Ama ben hep bunu hayal etmiştim ve sen şimdi kalbimin üzerine oturmuş beni seyrediyorsun...Ya uyanırsam? Ya bu rüya da diğerleri gibi çabucak biterse?". "Bitmesini istiyor musun?". "Elbette hayır. Kalbimde bir huzur var. Sıcaklığın şimdiden içimi sardı. Sanki kanımda birşeyler dolaşıyor. Yoksa sen birşey mi serptin vücuduma?". "Evet doğru bildin. Bir toz serptim. Bir çeşit peri tozu.". "Etkisi kaybolursa diye korkuyorum.". "Korkma ben seni hep seveceğim; sen de beni sevdiğin sürece...". "Emin ol küçük perim hep seveceğim..." Gözlerini kapadı. Peri başını göğsüne yasladı. Parmaklarıyla incitmekten korkarak saçlarını okşadı perinin. Kokusunu doya doya içine çekti. İçindeki huzuru hissetti. İçindeki duyguya sarıldı ve yavaş yavaş uykuya daldı; perisiyle beraber, hiç uyanmamak üzere...

11 Şubat 2011 Cuma

Mesaj atmak istiyorum aslında.... Elimi zor tutuyorum. Çünkü cevabını alamayacağımı, alsam da cevabın çok canımı yakacağını biliyorum... Susuyorum sadece... Ağlamıyorum bu defa. Hani son defa demiştin ya kız gibi ağlama diye; bu sefer ağlamıyorum ama göz yaşlarım içime akıyor. Boğazımda sürekli bir kitle var yutkunmamı engelleyen... Kalbimin ağrısını hissediyorum sol yanımdan... Neden? Bir tek nedenin bile mi yok? Ben senden bir tek aşkım demeni beklemiştim; duyamadım ama okudum; o da bana değil zaten... Özlemeni özledim.. Telefonumda özlediğine dair bir mesajı okumayı; sonu aşkım ile, canım ile biten bir mesaj okumayı.... Çok mu fazlaydı senden istediğim? Çok mu fazlaydı senden istediğim? Veremeyeceğin kadar mı büyüktü bu? Oysa sen değil miydin bana herşeyden, her kelimeden daha değerli olduğumu söyleyen? Neden oldu? Naaptım diye sormayacağım artık. Çünkü ben birşey yapmadım bunu biliyorum. Ne yaptıysan sen yaptın. Ama neden yaptın? Mutsuzum diyorsun. O zaman neden yaptın bunu? Neden? Bir insan mutsuz olacağını bile bile bunu neden yapar? O mesajı neden atar? Düşünmeden yaptığını söylüyorsun. Belli... Beni hiç düşünmemişsin. Bana yaşatacaklarını. İşin kötüsü kendine yaşatacaklarını da....Kendini de... Bir kalp istedim senden beni seven sadece. Oturduğumda saçımı okşayan bir el istedim. Bana "Kedim" diyen bir ses. Başımı koyduğumda bundan şikayet etmeyecek bir diz. Yüzümü yasladığımda gözyaşlarımı akıtabileceğim bir omuz. Dudaklarıma konan bir çift ıslak dudak. Bir çift göz istedim bana sevgi dolu bakabilecek... Çok muydu bunlar? Ben senden sadece saf sevgini istedim...

Kalbim çok ağrıyor... Acısı büyük. Bana yalan söylediğin gerçeği. Özellikle de en mutlu günlerimizde bile... Sen bana hiçbir zaman doğruyu söylemedin o zaman... Ne beni sevdiğini söylerken, ne saçımı okşarken, ne de gözlerimin içine bakarken....

Çok canım yanıyor... Artık hiçbir şeye inanmıyorum.... İnanmak istemiyorum... Sana bunları enden yazıyorum onu da bilmiyorum... Sana bunları yazarken aslında canım çok daha fazla yanıyor. Çünkü biliyorum ki bunları yazdığım insan artık bana karşı hiçbir şey hissetmeyen, kalbi başkasına ait birisi... Benim perim artık avuçlarımın içinde değil. O beni uykumdan uyandırıp yanağıma öpücük konduran perim artık bu odada değil...

Seni hep sevdim... En saf duygumla, en saf sevgimle... Sana dokunurken hiçbir zaman kıyamadım. Seni öperken hep sakındım. Sana seslenirken hep ürktüm perim avucumun içinden uçup gitmesin diye... Ben seni hep sevdim....

16 Mart 2009 Pazartesi

Hiç iyi değilim. Normal şartlar altında insanın eski arkadaşlarını, dostlarını gördükten sonra; eski

günleri gördükten; üniversiteyi yaşadığı şehri ve belki de hayatının en güzel yıllarını geçirdiği şehri gördükten sonra insanın çok iyi olması, moralinin tavan yapmış olması beklenir ama ben değilim. Neden? Neden çok! Acı bir gerçekle yüzleştim. aslında bizim aldığımız üniversite eğitimi çokta aham şaham değilmiş. Bu acı gerçeği ancak buraya geldikten sonra iyice anladım.

Bugüne kadar hep gayet iyi olduğunu söylerdim ama... Aslında bizler çok hatalı bir sistemle eğitilmişiz ama bunu ancak buraya geldikten sonra anlayabilmek ise daha acı. Bunun sebebi belki de savunma mekanizması. Okuduğum okulu hiçbir zaman sevememiş olmamdan dolayı bu savunma mekanizmasını geliştirdiğimi düşünüyorum.

Bir diğer sebep ise hobim dediğim, üzerinde senelerdir geliştirmiş olduğum, bütün zamanımı geçirdiğim konudan ne kadar uzaklaşmış olduğunu görmem. Son zamanlarda, özellikle son 1,5 yılda aldığım dergilerin neredeyse %70'î açılmadan duruyor. O da yetmezmiş gibi internet veya televizyon ile öğrendiğim bilgilerden de uzaklaşmış olmam beni bu duruma itiyor. Bir de yüksek lisansın beni hobimden soğutması ise cabası.

Aradaki sebeplerden biri ise başıma gelen nahoş durum. İnsanlar yeni tanıştıkları biri ile sohbetlerini bitirirken, o ortamdan ayrılıyorlarsa veda ederler ve eğer memnunlarsa bu sohbetten bunu belirtip ayrılırlar ya da tanıştıklarına memnun olduklarını söyleyip ayrılırlar. Ama yaşadğım aksi bir durum beni aşırı yıprattı. Hİç hoş olmadı.

Belki de beni bu duruma sokan en kötü etmen ise tekrar yalnızlığıma dönüyor olmam. İki gün boyunca arkadaşlarım, dostlarımla eski günleri yad ettik, sohbet edip saatlerimizi harcadık. Ve ilginçtir hepimizin ilgi alanları hemen hemen yakın olduğundan neredeyse saniye susmadan sohbet edebildik. Ama şimdi eve dönünce yine yalnızlığımla başbaşa kalacağım ve buradaki arkadaşlarımla, daha doğrusu tanıdıklarımla ufak sohbetlerimize devam edeceğim. Bu özlem devam edecek. Çok berbat bir durum bu. Konuşacak kimsenin olmayışı, evde saatlerce yalnız zaman geçirmek, telefonunun bazen 2 günde 1 ortalama ile çalması durumu ile başbaşa kalacağım. İnsan düşünüyor nasıl bir sınav bu böyle diye. Çünkü çekilebilecek bir durum değil. Psikoloji yiyici, insanın sinirini yıpratan bu duruma ben 1,5 yıldır katlanıyorum ama artık iyice yoruldum. Bilmiyorum sonu ne olacak....

35 dakikadır yoldayım. Yani ikinci memleketim dediğim şehre 35 dakika uzaktayım ve saniye saniye daha da uzaklaşıyorum...

Dip not: Bu satırları yazdıktan sonra otobüs arıza yaptı....

Yokluğun....

Bir masal yazdım
Sadece senin için;
Bir şiirim vardı senin için dizdiğim;
Bir resme başlamıştım
Senin için senin portrenle;
Bir hayalim vardı
Seninle bizim için;
Ne resmim kaldı ne hayalim;
Ne dizdiğim şiir ne yazdığım masal;
Sadece sensizlik kaldı ruhumda;
Kocaman bir boşluk senin bıraktığın...

Gittin bir akşam;
Arkana bakmadan,
Veda etmeden;
Hani sen gittin ya yüreğime bir taş oturdu.
Senin boşluğunu doldurmak için değil;
Daha çok acı çekmemi sağlamak için...

16 Şubat 2009 Pazartesi

Sensizlik

Sen bugün gittin ya arkana son bir defa bile bakmadan,
Kalbim Ankara'da sonbaharın hüznüyle kendini salmış bir yaprak gibi vücudumu terketti
Sen gözden kaybolana kadar baktım arkandan
Son bir defa bekledim dönüp yüzüme gül diye;
Ama sadece yürüyüşünü ve uzun dalgalı saçlarını görebildim
Ve farkettim ki sen kalabalıkta kaybolurken,
İçimdeki hüzün sana olan aşkımdan değil;
Senin yokluğunla besleniyor.
Ben aslında;
Kollarımda olmamana,
Yanağıma bırakamayacağın öpücüğe,
Duyamayacağım kokuna,
Dudağımı boş bırakacağına değil;
Ben aslında sadece alışkanlıklarımdan mahrum kalacağıma hüzünleniyorum...

13 Şubat 2009 Cuma

Aslında o da biliyordu bu aşkın imkansız olduğunu ama aşık olmuştu işte. Belki tenindeki o deniz kokusuna belki görünüşüne belki rengine...Neye olduğunu bilmiyordu ama aşık olmuştu işte.
Yoktu bir süredir ortada... Çok aradı... Daldı daldı çıktı ama bulamadı. Sonunda dayanamadı, teknesini iskeleye bağladı ve kahveye doğru ağır adımlarla yürüdü. "Engin bi çay ver hele!" diye seslendi kahvecinin yetim çırağına. Engin'in babası en yakın dostlarından biriydi. Sünger avında ölmüştü. Engin ilk çocuğuydu. bir de kızı vardı; ismi Deniz. Tam bir deniz aşığıydı ve aşkı öldürmüştü onu.
"Buyur Kaptan amca" diye bıraktı çayını ve diğer masalara yöneldi Engin, boşları toplamaya. "Kaptan yine mi bulamadın aşkını?" diye seslendi kahvenin öbür ucundan Balıkçı Hakan. Civarın en sinsi ve en üçkağıtçı balıkçısıydı Hakan. Sabah erkenden balığa çıkar, nerede balık var soyunu kurutur, sonra da gelir bütün gün kahvede pineklerdi. En büyük zevki de yaşını başını almış reislerle uğraşmak, dalga geçmekti. Bunu bilen Kaptan başını hafiften kaldırıp göz ucuyla baktı Hakan'a. Umrunda değildi ama cevap vermese Hakan susmayacaktı. Bilmezdi susmasını. Mahallenin haşarı çocuğu gibi ya kendi ağlayana kadar ya da insanları ağlatana kadar konuşur da konuşurdu. "İşine bak Hakan!Benim aşkım beni ilgilendirir. Sen git de evinde çoluğun çocuğunla uğraş." diye seslendi Kaptan. Hakan aldığı cevap karşısında biraz da bozularak homurdanmaya, yöresindekilerle kısık sesle konuşmaya, kaptanı çekiştirmeye başladı. Bir ara cevap verecek gibi oldu ama Kahveci Rıza "Hakan!" diye öyle bir gürledi ki Hakan susup oturdu. Kalındı, oturaklıydı Rıza'nın sesi. Zaten öyle bir seste öyle bir cüsseden çıkardı. Çocuklar hariç korkardı civarın insanları Rıza'dan.Çocukları çok severdi Rıza. Şimdiye kadar bir defa evlenmiş, karısını da çocuğunu da doğumda kaybetmişti Rıza. Çocuk hasretini Engin ve kardeşi Deniz'le giderirdi. Mahallenin çocukları çok severdi Rıza'yı. Sürekli marketten çikolata, gofret alır çocuklara dağıtırdı. Ama mahalleliye karşı, kahve sakinlerine karşı çok sert olurdu. Aslında sertlikte değildi. Rıza düzen, adalet adamıydı. Babası polisti ve babasından öyle görmüştü. O yüzden ne haksızlığa göz yumardı ne de düzensizliğe.
Ağır adımlarla Kaptan'ın yanına yürüdü Rıza. Her adımında tahta iskele deprem oluyormuş gibi sallanıyor ve tok bir ses çıkıyordu. Bir sandalye çekti ve yanına oturdu Kapta'nın. O kocaman ellerini omzuna koydu Kaptan'ın."A be Kaptan sen de ayrı bir çeşitsin. Hiç insan deniz yıldızına aşık olur mu" dedi. Kaptan çay bardağını avuçlamış ellerine bakan düşünceli kafasını hafiften kaldırıp Rıza'ya döndü. "Olur be Rıza! Hem de bal gibi olur. O teninin deniz kokusuna, o güzelim rengine aşık olur insan be Rıza". "Yahu Kaptan ne ilginç adamsın. Git Çatalboğazındaki denizkızına aşık ol; git Aslankaya'da şarkı söyleyen Selkie'lere aşık ol...Neden deniz yıldızı be Kaptan?". "Rıza denizin en güzel canlısıdır onlar. Kimse önemsemez ama orada dururken herşeyi izlerler onlar. Deniz kirlendiğinde gelirler diye düşünür insanlar ama onlar hep ordadır ve deniz onlarla güzeldir be Rıza...". Rıza kafasını sağa sola salladı. Baktı ki anlatamayacak derdini sustu. Kaptan'da çaydan son yudumunu aldı, Rıza'nın sırtına hafiften vurdu ve sahil boyunca yürüyerek gözden kayboldu. "Yine deniz yıldızını arıyor Kaptan. Sahile vurmamıştır inşallah!" diye söylene söylene ocağının yolunu tuttu Rıza...

24 Ocak 2009 Cumartesi

Özlem...

Sabah kalkıp martı seslerini duymayı, gözümü açıp masmavi denizde günümü aydınlatmayı, meltemle gelen yosun kokusunu...ben İzmir'de olmayı özledim...
169'a binip denize dalarak Kıbrıs Şehitlerine gitmeyi, Kahve Bahane'de oturup çay içmeyi, Kordon'u boylu boyunca defalarca yürümeyi, Kordon'da oturup kahve içmeyi, Sevgi yolunda yüzük bakmayı sonra dolu dolu kumpir yemeyi...ben İzmir'de olmayı özledim...
Mithatpaşa'da döne döne park yeri arayıp sonra saatlerce ıvır zıvır işlerle uğraşmayı, sahilde yosun kokusu eşliğinde yürümeyi, haftasonu deniz kenarında kahvaltı yapmayı, ılık bir sonbahar günü yağmur altında Alsancak'ta gezmeyi ya da balkonda ıslak toprağı koklamayı...ben İzmir'de olmayı özledim...
Zamanı gelse de dönsem evime, evim dediğim şehire, martıların sesine, denizin kokusuna, İzmir yağmuruna...Ben şehrimi özledim...